Annelerimiz Şimdi ve Burada
Eskiden sevmezdim Mecidiyeköy'ü. Hiç sevmezdim. Bunalım merkeziydi benim için. Bütün bunalımların merkezi. Depresif bir yer. Hele şu kademeli yollar yapıldıktan sonraki hali...
Çocukluğumda bir masal şehri olan Artvin'den, dağlarından, Çoruh nehrinden koparılıp getirildiğim yerdi ne de olsa. Her sokağını ezbere bildiğim, ahşap-taş evlerinin bahçelerinde oynadığım şehirden koparılıp getirildiğim ve sokaklarını bilemediğim, kaybolduğum ürkütücü bir yer. Birbiri peşi sıra yaşanan tüm trajik olayların travmaların da ev sahibiydi kafamda sanıyorum. Ne oldu bilmiyorum. Şimdilerde sevmeye başladım. Haftanın birkaç günü annemi ziyaret için ana evini ziyaret etmek hayatımın doğal bir parçası olalı beri ve giderek sağlığını kaybeden anneme doğru yaptığımı bu ziyaretlerin ne kadar değerli olduğunu fark etmemle başlamış olmalı. Her ziyaretimden sonra en üst kattaki pencereden bana mutlaka el sallamak için annemin pencereye çıkması, aramızdaki bu el sallaşma ve öpücük gönderme ritüeli o kadar önemli, değerli ve dokunaklı ki...Her defasında, pencereden bakan annemin görüntüsünün uçup gideceğini biliyor olmak ve öyle olduğunda hayatımda nasıl bir boşluk ve eksiklik olacağının bilincinde olmak o birbirimize el salladığımız anları eşsiz kılıyor. Her defasında gözlerim doluyor.
Bugün Anneler Günü vesilesiyle, giyinip kuşanıp hediye poşetimi de alıp Mecidiyeköy'e gittim yine. Eskiden sevmediğim, çok tanıdık ve çocukluğum kadar eski olan bazı sokakların neredeyse aynı kalmış olmasından mutluluk duyarak yürüdüm bu kez. Ön cephesi üzüm sarmaşığıyla kamufle edilmiş bir birahanenin üst kat penceresinin önünde teneke kutulara ekilmiş rengarenk çiçeklerin bina cephesinde ne hoş ve otantik durduğunu düşündüm. Bizim sokağa dönülen dört yol ağzının sağ köşesindeki derme çatma ve özensiz çayhanenin de ne kadar otantik ve özel olduğunu gördüm. Sağda kentsel dönüşüm kapsamında yenilenen birkaç bina da güzel olmuşlar. Hoş çok önceden olduğu gibi dut ağaçlarıyla dolu bahçeli evler olsa daha iyi olurdu ama onların yerine inşa edilen apartman binalarının yerine şimdi bu yenileri yapıldı, varsın olsun. Ladin apartmanının önüne geliyorum. Doğa aşığı babamın koyduğu bu ismiyle bizim apartman hala orada, ahşap balkon korkuluklarını değiştirmeseydi bazı daire sahipleri çok daha güzel dururdu ancak bizim milletimize özgü bu kafasına göre balkon kapatma olayı binanın yine doğa aşığı babam tarafından yapılmış ahşap korkuluklu o güzel balkonlu görüntüsünü bozmuş. . Girişindeki demir kemer kapının üzerine iki incir ağacı da ayrıca kemer yapmış. Bu yapraklardan oluşan kemer ve yaprakların arasından görünen gökyüzü pek güzel görünüyor gözüme. Ablalarımın ve erkek kardeşimin mahalle çocuklarıyla oyunlar oynadığı (ben daha çok seyrederdim :-) ) meydan da orada, nasıl olduysa korunmuş. En üst kata, annemin ziline basıyorum. Bina dış kapısı açılıyor fakat ben en üst kata çıkmıyorum. Giriş katında, sol dairenin kapısını çalıyorum. Epeyce bekliyorum İçeriden ses geliyor, öyleyse Sabahat Hanım evde, diyorum kendi kendime.
Sabahat Hanım'ın bir tek kızı vardı. Çok yakışıklı bir kocası olduğunu da hatırlıyorum ancak kocasını boşamıştı. Önce kızıyla, kızı evlendikten sonra da hep bir başına yaşadı. Annemle birlikte yaşlandılar. Biz onlar yaşlanırken büyüdük, olgunlaştık ve yaşlanıyoruz. Nadiren, zaman zaman kapıda karşılaşır ayak üstü kısaca sohbet ederdik. En son annemden duyduğuma göre Sabahat Hanım evde düşmüş kalça kemiği kırılmıştı. Bir süre hastanede kalmış, sonra evde bakıma alınmıştı. Bunları da bildiğim için kapısını çalıp anneler gününü kutlamak, hatır sormak istedim.
“Kim o?” diye yaşlı insanların giderek olası yabancılardan daha çok korkan ürkek sesiyle sordu. “Benim” dedim ama adımı söylemedim. Saçma bir cevaptı benimki ama bu “benim” sözcüğü onun için yeterli olmalıydı ki kapıyı açtı ve beni gördüğünde çok şaşırdı.
“Anneler gününüzü kutlamak istedim, nasılsınız, iyisiniz inşallah”
O kadar mutlu oldu, duygulandı ki...Ben de bir o kadar duygulandım. Hepimizin hayatta olmasının mucize olduğunun bilincinde, kısa bir muhabbetin, hal hatır sormanın ne kadar değerli görüldüğünün bilincinde en samimi ve içten duygularımla ellerini sıkıp yanaklarından öptüm.
Huşuyla “bu ne güzellik böyle” derken içinden yayılan sıcak minnet duygularını ifade ediyordu.
Sonra üst katta çıktım.
Ve biz yine, onca kayba, acıya, travmaya tanıklık etmiş aynı dairenin yemek masasında, belki de artık aramızda olmayan ölülerimizin ruhlarıyla birlikte, çok şükür, bütün bu kederleri aşmış olarak bir arada birlikte yedik içtik.
Hepimiz en güzel hallerimizle annemizin karşısına çıkmalıydık. Bizim annemizin çocukları ile ilgili böyle bir beklentisi vardır ve bu bizim de çıtamızı yüksek tutmamız için bir kamçılama oluyor haliyle. Sarı Huriye'nin karşısına kimse “looser” olarak çıkamaz yoksa “looser” olur. Buraya kocaman bir “smiley” koymalıyım. :-)
Bizi kapıdan uğurlarken çocuk gibi ağladı. Ne zaman geleceksiniz, diyerek.
Ve...Her zamanki gibi pencereye çıkıp el salladı. El salladım. Öpücük gönderdim. “ Bu son olmasın” diyerek.
Bugün anneler günü vesilesiyle, öğrenimleri nedeniyle yurt dışında olan çocuklarımla yaptığımız fotoğraf alışverişi, yazışmalar, anneme ziyaret,, eve döndüğümde kendi çalma listemden karışık dinlediğim müzikler arasından yükselen birkaç hüzünlü parça ve anılar göz yaşı dökmeme yol açtı. Sonra dökülen göz yaşlarıyla içimden çıkan zehirli salgılar beni biraz daha ruhen hafifletti, özgürleştirdi..
Bugün, şimdi ve burada sevdikleriniz ve özellikle anneleriniz için yapmanız gerekenleri yapın. Yaklaşan ölüm yaşanan her anı daha da değerli ve eşsiz kılıyor. “Bir an” içinde sonsuzluğu barındırır ve içinde yaşanmış herşeyin tesellisini sunan sonsuz bir sevgiyle insanı şifalandırabilir.
Nice nice anneler gününe annelerimiz ve çocuklarımızla birlikte ulaşabilmek dileğiyle.